Mutlaka
bir yerlerde duymuşsunuzdur Ejderha Dövmeli Kız kitabını ya da görmüşsünüzdür.
Milenyum serisinin ilk kitabı kendisi. Ben de arkadaşımda görünce elimde
okunmayan kitaplarıma inat serinin 3 kitabını aldım geldim eve. Baya övülen bir
kitap olması dolayısıyla hemen okunmaya başladım. Beklentilerim üst
seviyedeydi... Hepsini okuyup yorum yapmanın daha doğru olduğu inancıyla son
kitabı bitirir bitirmez bu yazıyı yazıyorum. Kolları sıvayıp birinci kitaptan
başlıyorum ancak spoiler yani kitapla ilgili ipucu vermemeye dikkat edeceğim.
Yani yazıyı okumayı bitirince "anam sonunu öğrendim ya ben" gibi bir
durumunuz olmayacak:)
Dediğim
gibi birinci kitabı büyük bir beklenti ve istekle okumaya başladım ki itiraf
etmeliyim bu beklentilerimi de karşıladı doğrusu. İlk kitabı çok kısa bir süre
sonunda bitirip ikinci kitaba aceleyle geçtim. Ancak biraz konusundan bahsetmek
doğru olur. Öncelikle kitap bir polisiye- macera kitabı... Ben Grange ve Dan
Brown dışında bu türe pek aşina değilim. Yani polisiyeler içindeki yerini
bilemem ancak bence oldukça insanı içine çekiyor hikâyesi...
Gazeteci
Mikael bir şirketin usulsüz işlerini, sahibi olduğu dergide yayımlıyor ancak
elinde olmayan sebeplerden ispat edemeyip hapis cezası alıyor. Bu hapis
cezasını yatmayı beklerken dergisinden uzaklaşma kararı alıyor. Bu süreçte
kendisiyle köklü ancak eski şaşalı günlerini yaşamayan bir şirket sahibi,
kardeşinin çocuğunun katilini bulması için Mikael'i tutmak istiyor. Mikael bu
teklifi zor da olsa kabul edip farklı bir şehirde aile sırlarını ortaya
çıkararak kaybolan ya da öldürülen kızın izini sürmeye çalışıyor... Şirket
sahibi Mikael'i tutmadan önce bu parlak zekâlı gazeteciye güvenip güvenemeyeceği
hususunda araştırma yapılmasını istiyor. Bunun içinde bir güvenlik şirketine
başvuruyor. Ve burada devreye Ejderha Dövmeli Kız'ımız Lizbeth Salander devreye
giriyor. Bu kız Mikeal'i araştırıp hayatının tüm ayrıntılarını kağıt üstüne
döküyor. Lizbeth burada görevinin bittiğini düşünse de Mikeal'le bağları hemen
kopmuyor ve kaybolan kızın izini sürmekte Lizbeth ile Mikeal işbirliği yaparak
olayları çözmeye başlıyorlar. Olayların ayrıntılı yazımı ve her bir ayrıntıyı
okuyucunun anlayacağı ve aklına kazıyacak şekilde anlatması kitaptan
kopmamanıza neden oluyor. Benim gibi yabancı isimleri çok karıştıran biri için
bile anlatılamayan nokta kalmıyor. O yüzden hikâye, sizi içine çekmekte zorluk
yaşamıyor.
Bir
taraftan maceramız sürerken bir taraftan Lizbeth Salander ı tanımaya
başlıyorsunuz. Bu cılız, piercing takan, soğuk görünümlü, asosyal ama oldukça
zeki olan kızın sorunun ne olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Kız gerçekten çok
güçlü ve çok zayıf iki karakteri içinde barındırıyor. Çok ipucu vermek
istemiyorum ancak kitabı okumanızın en önemli sebebi her kitapta hemen hemen
okuyabileceğiniz koşuşturmalı, sır dolu maceralar olmayıp bu kızın hayatını
biraz daha deşeleyebilmek dürtüsü oluyor.
Birinci
kitapta bu kızın neden sorunlu bir tip olduğu hakkında az buçuk ipucu verilse
de sırların açıklanması diğer kitaplara bırakılıyor.
İkinci
kitap ise ilk kitapta kızımızın başına gelen bir olayla ilişkili olarak
başlıyor. İkinci kitabın ismi ise Ateşle
Oynayan Kız...İki kişinin cinayetiyle başlayan olaylar zincirinde yine gazeteci
Mikael ve Lizbeth başrollerde oynuyor. Ancak bu kitapta polislerin işin içine
girmesiyle birlikte bir karakter kaosu
başlıyor. Şöyle ki polislerin ya da olayla ilgili olan diğer karakterlerin
isimleri, soyisimleri, takma isimleri derken bazen kim kimdi unutmaya başladım.
İsim hafızamın olmadığını söylemiş miydim? İlk kitapta tekrar tekrar hatırlatılan
ve kafaya kazınan karakterler bu kitapta olayların yoğunluğundan mıdır nedir
aynı metotla ilerlemiyor. Ayrıca Lizbeth'e olan merakım bu kitapta çok
doyurulmuyor. Çünkü Lizbeth pek ortalığa çıkmıyor... Bu bakımdan ilk kitap
kadar heyecanla okumadığımı söyleyebilirim ancak tabi ki üçüncü kitaba geçmeme
engel olmadı....
Üçüncü
kitap olan Arı Kovanına Çomak Sokan Kız ise 799 sayfa sayısıyla serinin en
kalın kitabı olmakla biraz gözümü korkutmuştu açıkçası. Çünkü ikinci kitabı
bitirdiğimde artık seriye ilk kitabı okuduktan sonraki kadar ilgim kalmamıştı.
Neyse ki Lizbeth üçüncü kitapta; sırları, iyilik ve kötülükleriyle yine başrole
çıktı... Mikael de olayları yürüten adam tabi ki... Bu arada sanmayın ki bu
kitap iki karakter ve polislerden oluşuyor. Kitapta dergi, gazete, kurumlar,
polis, güvenlik şirketi gibi bir sürü yerden bir sürü karakterle dolup taşıyor.
Yani birçok karakterin hikâyesi ve olaylarla bağlantısını okuyarak zengin bir
olay alt planı sunuluyor. Yazarın hiç boşluk bırakmayacak şekilde tüm sistemi
kurmuş olması hayranlık uyandırıyor gerçekten...
Benim
tek eleştirim bazı düğümlerin çözülmesi inanılmaz ayrıntılara, diyaloglara boğulmuş
olması. Yani son kitabın sonuna doğru artık ne olacaksa olsun, sona ulaşsın
diye beklemedim desem yalan olur.
Milenyum
bence sevilerek okunabilecek bir seri… Yani polisiye sevmeyenleri bile kendine
çekip okutturacaktır. Kitabın kalınlıkları gözünüzü korkutmasın. Zevkle okunabiliyor
ancak kimi zaman sıkılmayı da göze almak lazım. Yine de karakter bakımından
sıkı bir kız tanımak istiyorsanız Lizbeth Salander sayfalar arasında sizi
bekliyor olacak...
Filmleri de çekildi biliyorsunuz hatta iki farklı versiyonu var. Ancak ben ilk filmin yarısında uyuyakaldım. Çünkü film baya sığ geldi bana ve sonunu bildiğim filmleri seyretmekten hoşlanmıyorum ama bence olabilecek en iyi şekilde uyarlanmış 2011 yapım yıllı film.
Ha bu
arada Yazar bu serinin son kitabını yazarken vefat etmiş ancak sanırım
Ağustos'ta 4. kitabı tamamlanıp satışa sunulacakmış...
Sevgiler
bayılırım bayılırım. lisbeth de en sevdiğim polisiye kahraman oldu yaa :) üç kitap da iyi. filmlerden de orijinal isveç filmlerini izle. üçü de güzel. bu yaz bu serinin dördüncüsü geliyoooo. yazar ölmeden önce yazmış yaaaa :)
YanıtlaSilYazar ölmeden önce yazmadı, o bir şehir efsanesi, 4.kitabi tarza sadık kalan isveçli bir yazar kaleme almış. O da serinin diğer kitapları gibi çok başarılı, okumayanlara tavsiye ederim
YanıtlaSilTamam okuyıcam:)
Sil